Geleneksel ebru tekniklerinden yararlanılarak ortaya konulan Akkase ebru, aynı ebru kağıdının üzerine birden fazla baskı yaparak yazı veya desen elde edilen ebru çeşididir. Arap zamkı ve kat’ı tekniği olmak üzere iki farklı akkase tekniği uygulanarak yazılı ve figüratif süslemeli eserler üretilmektedir. İlk akkase ebru yapımı Necmeddin Okyay tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu en'am içerisinde hattatın tasarımıyla Hz. Muhammed'in ayak izi, sancağı, mührü gibi özel formlarda resimli yazıları ve sahabe-i kiram isimlerinin istifleri bulunmaktadır.
“Berberzâde” lakabıyla tanınan İbrahim Efendi Cihangirli olup hüsn-i hattı hemşehrisi Cihangiri Mustafa Efendi’den öğrenmiştir. Hattatın ölüm tarihi belli olmamakla beraber. Hicri 1210'dan sonra vefat ettiği tahmin edilmektedir. Müzayedeye sunulan bu eser ile hattatın 1219'da hayatta olduğu tespit edilmiştir.
Lugaz (Lügaz), divan edebiyatında bir varlığın özellikleri anlatılarak yazılan manzum bilmecelere denir.
"Alimi irfan iden üç harf ile beş noktadır / Vasıl-ı canân eden beş harf ile üç noktadır"
Sâbık Anadolu Kazaskerlerinden Mehmed Atâ’ullah Efendi´nin oğlu olarak İstanbul’da doğdu. Babasının nezâretinde fevkalade bir tahsîl gördüğü gibi, ta’lik meşkederek icâzet aldı.
1916 yılında İstanbul῾da doğan Sadi Belger, İstanbul Tıp Fakültesi῾nden 1940'da mezun oldu. Vakıf Guraba Hastahanesi Cerrahi Kliniği Şefliği görevinde bulundu. Halim Özyazıcı'dan talik meşketti. Halim Bey῾in vefatından sonra Necmeddin Okyay῾dan hat meşkine devam ederek icazet aldı. 1976 yılında vefat etmiştir.
Hat tarihinde zaman zaman kıdem ve dirayetiyle önde gelen hattatlara verilmiş "reîsülhattâtîn" unvanını alan son hattat Kamil Akdik'in hattı ve Süheyl Ünver'in tezhibi ile hat tarihimize kaynaklık edebilecek derecede olan bu eserin ketebe kısmında Hattat Kamil Akdik Abdülaziz Mecdi Tolun'un isteğiyle kendi ismini değil tezhibini yapan Süheyl Ünver'in ismini yazmış; kendi imzasını ise Süheyl isminin yazılı olduğu yerin üzerine daha küçük şekilde atmıştır. Uzun yıllar Fatih Sultan Mehmed türbesinde türbedarlık yapmış olan Ahmed Amiş Efendi'nin sözünün Türkçe manası "Tecelli eden/görünen tektir, tecelligâhı/göründüğü yer pek çok" anlamındadır. *Çerçevenin 39x23 cm'dir.