SAHAFİYE, 24.09.2021 saat: 21:58'a kadar internet sitemizden pey verebilirsiniz. 22:00 itibariyle canlı müzayedemiz başlayacaktır. Kitap, Dergi ve süreli yayın hariç tüm ürünlerden % 20 ürün KDV'si alınmaktadır. Komisyon Oranı: % 20 + KDV'dir. ÖDEME SÜRESİ MÜZAYEDE BİTİMİNDEN SONRA 1 HAFTADIR.
Tercüme-i Tarikat-ı Muhammediye, Birgivî Mehmed Efendi’nin (ö. 1573) Kur’an’a ve sünnete uygun bir dinî hayatın esaslarını ortaya koyduğu ve bid‘atlara karşı uyarılarda bulunduğu eseridir.
Mevlana Ziyaeddin Halid, 1779 senesinde Irak'ın Süleymaniye şehrine bağlı Karadağ'ın Şehrizor bölgesinde doğdu. Hâlid, Nakşibendiye mensupları arasında Mevlânâ unvanıyla tanınmıştır. Karadağ'da Berzenc ailesinden Şeyh Abdurrahîm ve kardeşi Şeyh Abdülkerîm başta olmak üzere çeşitli hocalardan ders alıp öğrenimini tamamladı. Daha sonra mantık ve kelam ilmi üzerine yoğunlaşarak bölgedeki diğer ilim merkezlerini dolaştıktan sonra Bağdat'a gitti. Vali Baban İbrahim Paşa'nın müderrislik teklifini kabul etmedi. Delhi'de Abdullah Dihlevi ile görüşerek ona intisap etti. Nakşıbendiyye'nin seyr ü sülûk mertebelerini beş ayda (diğer bir rivayete göre ise on bir ayda) katetti ve şeyhi tarafından halife olarak Süleymaniye'ye geri gönderildi. Kendisine Nakşıbendiyye'nin yanı sıra Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çiştî tarikatlarından da irşad için izin verildi. Süleymaniye'ye döndükten sonra Bağdat'a gidip kısa bir süre orada kaldı. Hâlid'in Nakşıbendiyye tarikatını yaymaya başlaması Süleymaniye'deki Kâdirî şeyhlerini rahatsız etti; bunlar valiyi ona karşı kullanmaya çalıştılar. Bu durum karşısında Hâlid 1813 yılında tekrar Bağdat'a gitti; orada satın aldığı bir medreseyi Nakşıbendî zaviyesine çevirerek irşad faaliyetine başladı ve çok sayıda mürid topladı. Süleymaniye'de Şeyh Ma'rûf Benzencî onu sahtekâr, sapık ve yogi olmakla suçladı. Bu arada Tahrîrü'l-Hitâb Fi'r-Red Alâ Hâlidi'l-Kezzâb adlı bir de risale yazarak bunu Bağdat valisi Sa'îd Paşa'ya gönderdi. Şeyh İsma'il Gazzî'nin kızkardeşi Ayşe Hanım'la evlendi ve daha sonra satın aldığı bir eve taşındı. Ömrünün geri kalan yıllarını Şam'da geçirdi. 1826'da Şam civarında yayılan veba salgınından öleceğini anlayınca üç müridinin kendi yerine geçmelerini, Karadağ'daki emlakinin yeğeni Mahmud Es-Sâhib'e verilmesini vasiyet etti. Gömüleceği yerin tespiti ve defniyle ilgili hazırlıkların tamamlanmasından sonra 1243/9 Haziran 1827'de vefat etti. Bahâeddîn ve Abdurrahmân adındaki çocukları da aynı yıl vebadan öldüler. Şam yakınlarındaki Cebelükâsiyûn'un tepelerinden birine defnedilen Hâlid El-Bağdâdî'nin kabrinin üzerine daha sonra bir bina inşa edildi.
İthaf, "Sevgili ve Kıymetli Dostum Ressam Turgud Bey'e 4 Eylül 1929" şeklindedir. Kitabın içerisinde Efes Antik Şehri kenti hakkında arkeolojik bilgiler ile 40 adet fotoğraf da bulunmaktadır.
İthaf, "Semahatlü Nureddin Bey Efendi Hazretlerine takdim edilmiştir" şeklindedir. Eser, Mekteb-i Mülkiye`nin ikinci sınıfında okutulmak üzere, Ebherî`nin meşhur mantık klasiği olan İsâgûcî`ye bir şerh olarak yazılmış ve 1315/1897 yılında İstanbul`da neşredilmiştir. Bugün halen mantık sahasının başucu eserlerinden olan bu metni İzmirli`nin tercüme ve şerhiyle okumak hem mantık hem de İzmirli İsmail Hakkı meraklıları için son derece keyifli olacaktır.
Elif ile Mahmut Hikâyesi meşhur, sevilen ve Anadolu’da birçok varyantı derlenmiş olan halk hikâyelerimizden birisidir. Elif İle Mahmut ondokuzuncu asırdan önce ortaya çıkmış olan musannifi bilinmeyen hem aşk hem de kahramanlık konusunu birlikte işleyen bir halk hikayesidir.
İthaf, "Mehmed Ali Tevfik Bey'e [...] takdim, Teşrinievvel 1329" şeklindedir. Aslen Kazanlı olan İbrahim Hilmi Çığıraçan, 1880'de Romanya'nın Tulça kasabasında dünyaya gelmiştir. 1883'te ailesiyle birlikte İstanbul'un Sarıgüzel semtine taşınmıştır. İlköğrenimini de burada tamamlayan İbrahim Hilmi, ailesinin ekonomik sıkıntıları nedeniyle öğrenimini devam ettirememiş ve ilk işi olan demir dökümhanesi çıraklığına başlamıştır. Çığıraçan, on beş yaşında iken İkdam gazetesinin abone memuru olarak basın hayatına ilk adımını atmıştır. Kütüphanecilik, yayımcılık gibi birçok alanda faaliyette bulunan İbrahim Hilmi Çığıraçan, 12 Haziran 1963’te hayata gözlerini yummuş ve Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir. Tüccarzade İbrahim Hilmi, 21 ocak 1896'da Bab-ı Ali'de Kitabhane-i İslam adıyla kitapçılık işine girer. Askeri yayın ve cep atlasları yayımlayan yazar, okul kitapçılığına da girişerek bu alanda Avrupa standartlarında kitaplar yayımlar. İlk defa elifba ve kıraat kitaplarına canlı varlık koyma girişiminde bulunur. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra resimli ilk günlük gazete olan Millet’i çıkarır. Tüccarzade İbrahim Hilmi, Kur'an-ı Kerim'in bazı bölümlerini çocukların anlayabileceği şekilde cüzler haline getirerek yazar. Türk edebiyatına Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Refik Halit Karay, Abdülhak Şinasi gibi isimleri kazandırır. 1946'da yayıncılık hayatının 50. yılını devirir ve bu olay 21 Ocak 1946'daTürk Editörler Derneği'nde kutlanır. Tüccarzade İbrahim Hilmi, zaman zaman döneminin talihsizliklerine uğramış bir yazar olsa da ülkesine, milletine ve edebiyatına olan bağlılığını kaybetmeden bu yolda değerli eserler vücuda getirir. Döneminin eksikliklerine bilinçli bir şekilde yaklaşarak önemli ve gerekli tespitlerde bulunur. Yazarın 83 yıllık ömrüne sığdırdığı değerli külliyatı günümüzde de önemini korumaya devam eder.
Kitabın künyesinde "Midhat" ıslak imzası bulunmaktadır. Ayrıca künye sayfasında imzasız nüshalarınb sahte olduğuna dari bir ibare mevuttur. İstanbul’un Eyüp semtindeki Taşlıburun Sâdî Dergâhı’nda doğdu. Asıl adı Ahmet Midhat’tır. Bahariye Mevlevîhânesi’ne mensup olduğu ve şiirlerinde “Bahârî” mahlasını kullandığı için Midhat Bahârî diye tanınmış, soyadı kanunundan sonra Beytur soyadını almıştır. Babası Askerî mahkeme başkâtibi Kütahyalı Mehmed Nûri Efendi, annesi Sâdî Dergâhı şeyhi Süleyman Efendi’nin kızı Fatma Âliye Hanım’dır. Midhat Bahârî babasını küçük yaşta kaybettiğinden dedesi Şeyh Süleyman Efendi’nin yanında yetişti. İlk dinî bilgileri dedesinden, Şark dilleri ve edebiyatındaki derin kültürünü aile çevresinden ve ailenin seçkin dostlarından edindi. Eyüp Dârülfeyz-i Hamîdî Mektebi’ni ve Eyüp Askerî Rüşdiyesi’ni bitirdi. İdâdî tahsilini, daha sonra Ankara defterdarı olan ve o sırada Bitlis’te görevli bulunan ağabeyi İsmâil Zihni Bey’in yanında tamamladı. Bitlis İdâdîsi’nden mezuniyetinin ardından İstanbul’da Maliye Nezâreti Kalemi’nde memuriyete başladı. İki yıl sonra Orman Meâdin ve Ziraat Umum Müdürlüğü Kalemi’ne nakledildi. Bir ara Akşehir Hatip Mektebi’nde Türkçe ve edebiyat muallimi olarak görev yaptı. Farsça’yı diğer ağabeyi Mustafa Re’fet Efendi ve Bahariye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede’den, Arapça’yı Beyazıt dersiâmlarından ve İstanbul Dârülfünunu müderrislerinden Hüseyin Avni Efendi’den öğrendi. Hüseyin Avni Efendi’nin diğer derslerine de devam ederek icâzetnâme aldı. Mehmed Said Efendi’den Arap edebiyatı, Ṣaḥîḥ-i Buḫârî hâfızı olarak tanınan Said Efendi’den el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i okudu. Bu yıllarda Mehmed Said Efendi’nin kızı Fıtnat Hanım’la evlendi. Hüseyin Fahreddin Dede’ye intisap ederek çile çıkaran Midhat Bahârî, Eyüp Hatuniye Nakşibendî Dergâhı şeyhi Hoca Hüsâmeddin Efendi’den mesnevîhanlık icâzeti aldı. Tekke ve zâviyelerin kapatılmasından kısa bir süre önce Ankara Mevlevîhânesi’ndeki bir sohbet sırasında Midhat Bahârî’nin sözlerinden etkilenen Konya makam çelebisi Abdülhalim Çelebi’nin başındaki destarlı sikkeyi çıkarıp ona giydirmesiyle Mevlevî şeyhliği makamına yükselmiş oldu. Dergâhlar kapandığı sırada Kasımpaşa Mevlevîhânesi mesnevîhanıydı.
İthaf, "Aziz refikim Macid Bey'e hatıramdır, 12 Eylül 1340, M. Şekib" şeklindedir. Mustafa Şekip Tunç, Yazar, felsefeci, ruhbilimci (D. 1886, İstanbul - Ö. 17 Ocak 1958). Halep ve Manastır rüştiyeleri ve Vefa İdadisini (lise) bitirdi. Mülkiye Mektebinden (Siyasal Bilgiler Fakültesi) mezun olduktan sonra Balıkesir Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başladı (1908). Bir süre sonra Maarif Nezareti (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından eğitim amaçlı İsviçre’ye gönderildi. Cenevre’deki J. J. Rousseau Pedagoji Enstitüsü’nden pedagoji ve psikoloji derslerinden sertifika aldı (1910-14). İstanbul’a dönüşünde İstanbul Kız Öğretmen Okulu’nda psikoloji ve pedagoji dersleri okuttu. Aynı yıl İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde yeni oluşturulan Pedagoji Bölümü doçentliğine getirildi, burada profesörlüğe (1919) ve ordinaryüs profesörlüğe yükselerek uzun yıllar çalıştı. İlâhiyat Fakültesinde bir süre din felsefesi derslerini verdi. 1951 yılında emekliye ayrıldı. Psikoloji alanında telif ve çeviri birçok eser ve ders kitabı yazmış olan Mustafa Şekip Tunç, Türk Tarih Cemiyeti üyeliğine, Türk Felsefe Derneği Başkanlığı ve Belgrat’ta kurulan Uluslararası Felsefe Derneği üyeliğine seçildi. Makaleleri Dergâh, İnsan, Ağaç, Çığır, Türk Düşüncesi, Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı.
İthaf, "Muhterem Hocam Kemal Rıza Beyefendiye Hürmetlerimle, 12 Kanunuevvel 1928" Osman Şevki Uludağ, 1925 yılında cumhuriyet tarihinin ilk tırmanışını gerçekleştirerek zirvesine çıktığı Uludağ'ın isim babasıdır. Türkiye'de tıp tarihi ile ilgili yazı yazan ilk kişidir. 120'den fazla Türk musikisi eseri bestelemiş bir sanatçıdır ve "Genç Osman Türküsü"' nü derlemiştir. V., VI., VII. dönem TBMM milletvekilidir.
İthaf, "Şiir ve Edep Alemimizin Mümtaz Bir Simasına, B. M. M. muhterem azasından İzzet Ulvi Bf. ye hürmet ve ziyaret hatırası! 17-8-929" şeklindedir. Şair ve yazar Florinalı Nazım, Mehmet Nazım Özgünay. İstanbul’da hukuk öğrenimi gördü. Dahiliye Nezareti'nde memurluk, Emniyet-i Umumiye Şube Müdürlüğü Polis Mecmuası müdürlüğü, Emniyet-i Umumi-ye Neşriyat Şube Müdürlüğü yaptı. Avukat olarak İstanbul Barosuna kaydını “kafa yorgunluğu”nu ileri sürerek reddetti. Dil ve teknik yönünden düzgün şiirler yazmışsa da asıl ününü kendisiyle alay edilmesine yol açan kendini aşırı beğenme saplantısından kazandı. Son yıllarında kendini “Şiir Kralı” ilan eden Florinalı Nazım, geçiminden keserek gazetelerin reklâm sütunlarında manzumeler ve kendini öven yazılar bastırdı. Şiir kitabı yayımlamamış olmasına karşılık kendini öven on iki broşür çıkarmıştır.
İthaf, "Muhterem Refikim Edebiyat Fakültesi Katib-i Umumisi Müdürü Ali Macid Bey Efendi'ye takdim. 16/ 12/ 1341 A. Galanti" şeklindedir.Avram Galanti veya Abraham Galante (4 Ocak 1873, Bodrum, Muğla - 8 Ağustos 1961, İstanbul), Türk eğitimci, siyaset adamıdır. Soyadı Kanunu ile Bodrumlu soyadını almıştır. 1915 ile 1933 yılları arasında Darülfünun'da eğitimci ve profesör olarak çalıştı. 1944-46 yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi listesinden T.B.M.M. 7. Dönem Niğde milletvekilliği yaptı. Rodos Rüşdiyesi ve İzmir Sultani İdadisi'nden mezun oldu. Rodos'ta öğretmenlik ve adalardaki Yahudi ve Türk okullarında maarif müfettişliği yaptı. Daha sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı ve cemiyetin aktif ve ileri gelen elemanlarından biri oldu. Akademisyenlik yaptı. Cumhuriyetle birlikte kültürel devamlılığı savunduğu ve Harf ve Dil Devrimlerine karşı çıktığı için üniversite kadrosunun dışında kaldı. Daha önce de Çağlayan dergisinde alfabe tartışmaları üzerine yayımladığı makalesinde bunun zararlı sonuçlarına değinmişti (1925-1926).[1] Galanti 1943 yılına gelindiğinde ise Niğde'den milletvekili seçildi. 1961 yılında hayatını kaybetti. Galanti, aynı zamanda yabancı dilde eğitime karşı çıkanların da öncüsüdür. Galanti, bu konuda yazdıkları bağlamında yabancı dilde eğitimi ilk eleştiren ve karşı çıkan kişi olarak bilinir. Döneminde önemli fikir ayrılıklarından biri de Latin harflerine muhalif olmasıdır. Türkiye Musevilerinin Türkleşmesini de savunmuştur
Server Kamil Bey 1881'de doğdu. Mektebi Tıbbiye-yi Şahane'yi bitirdi. Askeri tıbbiye bakteriyoloji muallim muavinliği ve çeşitli illerde askeri hastane bakteriyoloji uzmanlığı görevlerinde bulundu. 1908'de Paris'e gönderildi, iki yıl Pasteurenstitüsü’nde çalıştı. Dönüşte bakteriyolog ve ordu sağlık danışmanı olarak görev aldı. Tip fakültesi genel sekreteri, Eczacı ve Dişçi mektebi bakteriyoloji öğretmeni oldu. Savaş sırasında askeri hastane başhekimiydi; savaş bittikten sonra 1933'e değin hıfzıssıhha profesörlüğü yaptı. Ankara Refik Saydam merkez hıfzıssıhha enstitüsü'nde ikinci müdür, müdür oldu. Denizli milletvekili seçildikten bir süre sonra öldü. Bakteriyoloji alanında çok sayıda inceleme ve araştırması vardır.
Osmanlı tarihçilerinin en ünlülerinden biri olan Naîmâ'nın asıl adı Mustafa olup mahlası Na’îm’dir. Yazar, Tarih-i Naîmâ diye meşhur olan eserinin girişinde kendisinden “Münzevî-i künc-i gurbet bende-i bî-kes Na’îm” diye söz eder. Şiirlerinde genellikle Na’îm mahlasını kullanmakla beraber, Divan şiirinde çoğu zaman rastladığımız gibi Farsça ünlem ekiyle Naîmâ şeklinde kullandığı da görülmektedir. Ancak tarihçi olarak hep Naîmâ ismiyle anılmaktadır Naîmâ, tahminen 1655’te Halep’te doğdu. Yeniçeri ocağında yetişen ve yeniçeri serdarlığına kadar yükselmiş olan dedesi Küçük Ali Ağa ve babası Mehmed Ağa, Haleb’in etkili kişilerindendi. İlk eğitimini Halep’te tamamlayan Naîmâ, tahminen 1680 yılında İstanbul’a geldi. 26 Ekim 1688’de Saray-ı Atik teberdarları ocağına katıldı. Zeki ve öğrenmeye karşı büyük bir merakı bulunan Naîmâ, memuriyete devam ederken bir taraftan da memleketinde başladığı eğitimini tamamlamaya çalıştı. Bayezid camii derslerini takip etti. Edebiyat ve şiirin yanı sıra astronomi ve astrolojiye ilgi gösteren Naîmâ'nın, özellikle tarih ilmine ayrı bir merakı vardı. O zaman Baltacılar Ocağında çalışan Muşkaralı İbrahim Efendi -Nevşehirli Damat İbrahim Paşa genç Naîmâ'daki tarih merakını ve yeteneğini keşfederek teşvik etti. Mustafa Naîm, kendisi gibi baltacılar Ocağından yetişen Vezir Kalaylıkoz Ahmed Paşa 1715’ya intisap etti, 1097/1686’da onun Divan Kâtibi oldu. Tarih ilmine olan merakı, yıldız ilmindeki derin vukufu, zayicelerindeki isabeti ile devlet ricalinin dikkatini çekti. Reisülküttap Râmî Mehmed Efendi'nin tavassutuyla Sadrazam Amca-zâde Hüseyin Paşa (ö.1114/1702) ile tanıştı. Hüseyin Paşa, 1700’de Naîmâ'yı vakanüvis tayin etti ve Şârihülmenâr-zâde Ahmed Efendi 1657’ye ait tarihin müsveddelerini temize çekmekle görevlendirildi. Bu eserin birkaç cildini tamamlayıp Amca-zâde Hüseyin Paşa’ya takdim ettiğinde bir kese akçe bahşiş ve İstanbul Gümrük mukataasında 120 akçe maaş ile taltif edildi. Kalaylıkoz Ahmed Paşa sadrazam olunca Naîmâ, 1704’te Anadolu muhasebe kalemine halife olarak atandı.
Şair-i Azam Abdülhak Hamid Tarhan ile Lüsyen Hanım 1912'de Lüsyen Hanım'la evlenmiştir. Lüsyen Hanım boşandıktan sonra Abdülhak Hamid'e Mektupları yazmıştır.
İthaf, "Mehmet Berkmen'e Atatürk sağ iken tuttuğu yol Türkiye'yi kurtarmıştı. Şimdi O'nun ilkelerini kurtaracaktır. Sevgilerimle, 13 Kasım 87" şeklindedir.
İthaf, "Sevgili Ulvi Okan'a başarı dileyerek, O. Akbal, 6 Aralık 72" şeklindedir. Oktay Akbal, 10 Nisan 1923’te İstanbul’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Assomption ve Saint Benoît gibi Fransız okullarında tamamladı. Bir süre İstanbul Üniversitesi'nde Hukuk ve Edebiyat Fakültelerine devam etti ise de babasının ani ölümü üzerine yaşamını sürdürmek için öğrenim hayatını yarıda kesmek zorunda kaldı. Yazı hayatına ilkin Servetifünun dergisinde sekreterlik yaparak başladı. Aynı yıllarda MEB Tercüme Bürosu’nda çalıştı. Bu kısa memuriyet görevinden sonraki hayatını gazetecilik yaparak ve köşe yazarı olarak sürdürdü. Çeviri, deneme, fantezi ve öykü türündeki yazılarını Büyük Doğu, Yeni Sabah, İkdam gibi gazete ve dergilerde yayımladı. Vakit gazetesinde eleştiriler yazdı. 1951-1956 yılları arasında Vatan gazetesinde düzeltmenlik, sekreterlik ve yazı işleri müdürlüğü gibi çeşitli görevlerde bulundu. 1956 yılından itibaren bir yandan öykü ve romanlarını yayımlarken bir yandan da çeşitli gazetelerde köşe yazarlığını sürdürdü. 1969 yılından sonra kısa süreli ayrılıklar dışında, ölümüne kadar Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığını sürdürdü. 28 Ağustos 2015’te Muğla’da öldü.
İtahf, "Kardeşim Azranur'a, 25-5-56 Samet Ağaoğlu" şeklindedir. Samet Ağaoğlu, Bakü’de doğdu. Fikir ve siyaset adamlarından Ahmet Ağaoğlu’nun oğludur. Fevziye Mektebi’nden sonra girdiği Ankara Lisesi’ni ve Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi (1931). Doktora yapmak üzere gittiği Strazburg’da on altı ay kaldıktan sonra çalışmalarını tamamlayamadan döndü. İktisat ve Ticaret bakanlıklarında çalıştı. 1946’da memuriyetten ayrılarak avukatlığa başladı ve yeni kurulan Demokrat Parti yöneticileri arasına katıldı. 1950-1960 yılları arasında üç devre milletvekili seçildi, çeşitli bakanlıklarda bulundu. 27 Mayıs İhtilâli’nden sonra diğer parti yöneticileriyle birlikte yargılandı ve ömür boyu hapse mahkûm edildi. Ekim 1964’te Yassıada hükümlüleri için çıkarılan özel afla serbest bırakıldı. Son yıllarını hikâye ve hâtıralarını yazıp yayımlamakla geçirdi. 6 Ağustos 1982’de öldü ve Feriköy Mezarlığı’na defnedildi.
İthaf, "Bülent Unal Kardeş, doğrudan iyiden güzelden yana olasın. İnsancıl soylu hep ışıklı, çiçekli kalsın. Soğanın bilinçli bir parçası olarak ormanları hele de insanları, gözlerini öperim Oğuz Tansel" şeklindedir.
İthaf, "Sevgili Merih Abla'ya ve Kadir Ağbi'ye en içten iyilik ve başarı dileklerimle [Daha çok az şey yazabildim] Atıf Yılmaz" şeklindedir. 1925 Mersin doğumlu olan Atıf Yılmaz, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okudu. Daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümünde eğitim gören Yılmaz, mezuniyet sonrası film eleştirmenliği, ressam ve senarist olarak çalıştı. Afiş tasarımları da yapan Atıf Yılmaz, iki filmde yaptığı yönetmen yardımcılığı ile yönetmenlik kariyerine başladı ve ilk filmi Kanlı Feryat'ı 1951 yılında çekti. 2006'da aramızdan ayrılan yönetmenin yönettiği 114 filmi ve 37 senaryosu bulunmaktadır.
İthaf, "Sayın Kalem, benim kale'm, Nuri Pakdil" şeklindedir. Maraş’ın Yörükselim Mahallesinde dünyaya geldi. İsmi nüfus kayıtlarına Nureddin Pakdil olarak girdi. Annesi Hatice Vecihe Hanım Şeyh Muhiddin Efendi’nin kızı, babası Mehmet Emin Ziyai de Hacı Mehmet Emin Pakdil’in oğluydu. Maraş’ta Dayızadeler veya Ziyaioğulları olarak bilinen aile manifaturacılıkla uğraşıyordu. Annesi Hatice Vecihe Hanım’sa Tefsirzadelerden olup Halep doğumluydu. Nuri Pakdil’in anne ve babası Kur’an’ı anlayacak derecede Arapça bilgisine sahipti. Kendisinden önceki kardeşleri Sadi ve Abdülkadir nüfus kayıtlarına geçmeden, Mehmet Sait ise Nuri Pakdil okul yıllarına gelmeden vefat etti. Eğitim hayatına başlaması gereken zamanda okula gönderilmedi; çünkü ailesi okullardaki resmi öğretiyle kendi değerleri arasında çatışma olduğunu düşünmekteydi. İlkokul eğitimini özel olarak tutulan ve Nuri Pakdil tarafından çok sevilen Ahmet Kuşçu’dan aldı. Pakdil, Ahmet öğretmenden okuma yazmanın dışında Kur’an eğitimi de aldı. Ayrıca bu yıllarda annesinden dinlediği Cezayir öyküleriyle düş dünyası zenginleşti. İlkokulu dışardan girdiği sınavlarla bitiren Nuri Pakdil, benzer nedenlerle ve ailesinin tek çocuğu kalması sebebiyle üç yıl gecikmeli başladı. Dayısının üstelemesi ile ortaokula başlayan Nuri Pakdil, bazı geceler arkadaşlarıyla buluşarak öykü uydurma çalışmaları düzenledi. Ortaokulu bitirdikten sonra Maraş Lisesine devam etti. İlk yazı tecrübeleri bu yıllarda baş gösterdi. Liseyi bitirdikten sonra 1959’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydoldu. Üniversite bitiminde avukatlık stajına başladı ve bir süre mal müdürlüğünde maliyet memurluğunda bulunduktan sonra önce İstanbul Tuzla’da, daha sonra Bitlis’te askerlik görevini ifa etti. Askerden dönüşte Yeni İstiklal gazetesinde sanat sayfaları düzenledi. Bir bakanlıkta hukuk müşaviri ve Devlet Planlama Teşkilatında uzman olarak çalıştı. Daha sonra görevinden ayrıldı. 1969 Şubat’ında bir grup arkadaşıyla Edebiyat dergisini yayımladı. 1972’de Edebiyat Dergisi Yayınları’nı kurdu. Aralık 1984’te Edebiyat dergisi kapandı, 1988’de Devlet Planlama Teşkilatına geri döndü. 1999’da çalışma hayatına son verdi.
Oğuz Atay'ın İTÜ İnşaat Fakültesi'nde Hocası olan Mustafa İnan'ın babası seyyar posta memuru Hüseyin Avni Bey, annesi Rabia Hanım’dır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Fransız saldırısından kurtulmak için Konya’ya göç ettiler. İnan orada Şehit Muhtar Bey Mektebi’nde okula başladı. Öğrenimine savaştan sonra döndükleri Adana’da devam etti. Ortaokulun son sınıfında öğrenim gördüğü yatılı okulda Riyaziyeci (matematikçi) lakabıyla anıldı. Sonrasında girdiği Yüksek Mühendis Mektebi (sonradan İstanbul Teknik Üniversitesi)’ni birinci olarak bitirip doktora yapmak üzere İsviçre’ye gitti. Zürih Üniversitesi’nde öğrenimini tamamlayıp Türkiye’ye döndüğünde Yüksek Mühendis Mektebi’nde Teknik Mekanik ve Mukavemet Muallim Muavinliği'ne tayin edildi (1941). Yüksek Mühendislik Mektebi'nin isminin İstanbul Teknik Üniversitesi olarak değiştirilmesi üzerine doçentliğe getirildi (1944). Bir yıl sonra da profesörlüğe atandı. Daha sonraları Teknik Mekanik ve Genel Mukavemet Kürsüsü başkanı, fakülte dekanı ve rektör olarak hizmet verdi. 1961 seçimlerinden sonra Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu'nun (TÜBİTAK) kanunu çıkarıldıktan sonra oluşturulan bilim kurulunda, vefatına kadar görev aldı.
Atilla İlhan 1925 yılında İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu. Babası Bedri Bey aruzla şiir yazan bir divan şairiydi. Bu nedenle şiire düşkün ve nahif bir çocOrtaokuldan sonra İzmir Atatürk Lisesinde okurken Türk Ceza Kanuna aykırı davrandığı gerekçesi ile tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Danıştay kararı ile eğitimini sürdürme kararı ile İstanbul Işık Lisesinden mezun oldu. Üniversite eğitimini hukuktan yana kullandı fakat okulunu bitirmeden yarıda bıraktı. 6 yıl Paris’te yaşadı ve ülkeye döndü. Birçok gazete ve dergide çalıştı. Babasının ölümü ile İzmir’e döndü burada Demokrat İzmir gazetesinin genel yayın yönetmenliği ve başyazarlığını üstlendi. Bilgi Yayınevi danışmanlığını da yapmıştır. Atilla İlhan aynı zamanda sinemaya da merak sarmıştı. Bu alanda 15 adet senaryo yazdı ve senaryolarında Ali Kaptanoğlu takma adını kulandı. İlk şiiri Balıkçı Türküsü Yeni Edebiyat dergisinde yayınlandı. Nevin Yıldız ve Beteroğlu takma ismi ile Yücel dergilerinde şiirleri yayınlandı. CHP şiir yarışmasında Cebberoğlu Mehemmed şiiriyle ikinci oldu. Bu başarısından sonra çok sevildi. Dönemin ünlü edebiyat dergilerinde şiirleri ve yazıları yayınlandı. Türk edebiyatının önemli isimleri arasına girmeyi başardı. Atilla İlhan Garip Akımı ve İkinci Yeni Şiire karşı gelen şairlerden oldu. Maviciler adı ile bilinen toplumcu gerçekçi şiir akımını başlattı.
İthaf, "Bir tanışma özlemi içinde/ Sayın Can Akbal, Bana kitap yolladı ama ben onu tanımıyorum ki, derseniz haklısınız. Ama ben sizi tanıyor ve seviyorum da... sizi tanıyan yirmi milyonun içinde ben de varım. Kitabı okumak eğer külfet olmazsa siz de beni tanımış olacaksınız. O halde, gördünüz mü tanıştık işte. Bunu size sadece eğlence için yolluyorum. Sizi biraz oyalar, güldürür diye. Selam ve saygılar 1.ocak.1977" şeklindedir. Elif Naci, ilköğrenimini, çocukluğunun geçtiği Edirne’de tamamladı. Sekiz yaşındayken geldiği İstanbul’da Ayasofya Rüştiyesi (Ortaokulu) ile Vefa Sultanisini (Lisesini) bitirdi. Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nin Resim Bölümüne girerek İbrahim Çallı’nın öğrencisi oldu. (1913). Birkaç ay sonra Birinci Dünya Savaşı çıktı ve askere alındığı için dört yıl aradan sonra eğitimine devam edebildi. Öğrenciliği sırasında geçinebilmek için arşiv memuru olarak gazeteciliğe başladı. Çeşitli sanat yazıları yazarak polemist oldu. İleri, İkdam, İfham, Milliyet, Tan, Son Telgraf ve Cumhuriyet gazetelerinde çalıştı. Akademiden mezun oluşunun ardından Türk ve İslâm Eserleri Müzesine önce müdür yardımcısı, sonra müdür oldu. Ressam olarak ilk kişisel sergisini Alay Köşkü’nde açtı (1930). Sanat hayatına asıl girişi 1933’te açılan, kurucuları arasında bulunduğu, D Grubunun ilk sergisiyle oldu. Bu grubun içinde yurtdışında da çeşitli karma sergilere katıldı. İkinci kişisel sergisini Eminönü Halkevi’nde (1947), üçüncüsünü ise retrospektif olarak Galatasaray Lisesi girişinde açtı (1951). Aynı dönemde Paul Klee, George Braque gibi çağdaş ressamlardan ve Hafız Osman, Mehmet Esat gibi hat sanatçılarından etkilendiği söylenebilir. 1940'lardan sonra batı sanatının etkisinden sıyrılıp doğuya yönelerek hat sanatı soyutlamalarıyla ilgilendi. 1937’de Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde, iki yıl sonra Topkapı Sarayı Müzesi’nde müdür yardımcılığı yaptı. 13 Temmuz 1963’te emekli oldu. Müzecilik hayatının bir bölümünde, basında da görev yaptı.
İthaf, "Üstad Ulunay'a hürmetlerimle 31.VII.1958" şeklindedir. Çizgi romancı, karikatürcü Turhan Selçuk, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünü bitirdi. Gazeteci İlhan Selçuk'un ağabeyidir. Abdülcanbaz tiplemesiyle ün kazanmıştır. 2010'da İstanbul'da vefat etti.
İthaf, "Sevgili Turgay Gönenç'e kahkahalarla 17.09.2003" şeklindedir. 1928'de İstanbul'da doğan Semih Balcıoğlu, Işık Lisesi'nin ardından Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin grafik bölümünden mezun olmuştur. Akbaba başta olmak üzere, birçok dergi ve gazetede karikatürleri yayımlanmıştır. 2006'da İstanbul'da vefat etmiştir.
İthaf, " Turgay Gönenç'e sevgilerle" şeklindedir. Mimar ve karikatürist Güngör Kabakçıoğlu 1933 senesinde İstanbul'da doğdu. Işık Lisesi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim ve mimarlık tahsili gördü. 2011 yılında İstanbul'da vefat etmiştir.
İthaf, "Can Akbal'a sevgiler saygılar 19.10.1990" şeklindedir. "Benim de saçlarım olmalıydı/ Daha uzun/ Ve boyum kısa senin gibi/ Ben de gezinebilmeliydim sokakta/Korkusuz seni düşünmeliydim"
İthaf, "Olcay'la Nezih'e sevgiyle 26.11.1966" şeklindedir. İlk Kadın Mühendisimiz Sabiha Rifat 1910 tarihinde Manastır'da doğmuştur. İstanbul Kız Lisesi'nden sonra tahsiline Yüksek Mühendis Mektebi'nde devam etti ve 1933 yılında Mühendis olarak mezun oldu. Rifat aynı zamanda Fenerbahçe Spor Kulübü'nün ilk voleybol oyuncusudur. Anıtkabir'in inşaatında uzun süre görev aldı. 2003'de İzmir'de vefat etmiştir.
1633 doğumlu, Fransız asıllı, meşhur seyyah Jean de Thevenot, 1955 yılında İstanbul'a seyahat eder. İzmir ve Yunan adalarında da bir süre bulunduktan sonra 1957'de İskenderiye'ye gider. Mısır, Kutsal Topraklar ve mağrip seyatlerinden sonra Paris'e döner. Kahveyi Paris'e ilk getirenlerdendir. Reşad Ekrem Koçu, Türk tarihçi ve yazar. Tarihi konularda yazdığı fıkra, roman, hikâye ve incelemeleriyle ve en önemli yapıtı İstanbul Ansiklopedisi İle tanınmaktadır.
İthaf, "Emil Galip Sandalcı için, sevdiğim, saydığım bir ağabeye, ustaya katkılarından dolayı teşekkürlerimle 30.3.1987" şeklindedir. "Sansürün, kitap yasaklama ve kitabı yok etme olaylarının çarpıcı biçimde yaşandığı günümüzde, düşünce-yaratma özgürlüğünün sınırlandırılmasını çeşitli boyutlarıyla belgelemeyi amaçlayan bu kitap... [Kitaptan]"