PHEBUS, 16.01.2021 saat: 21:00'a kadar internet sitemizden pey verebilirsiniz. 21:02 itibariyle canlı mezat başlayacaktır. Kitap, Dergi ve süreli yayın hariç tüm ürünlerden % 20 ürün KDV'si alınmaktadır. Komisyon Oranı: % 15 + KDV'dir. ÖDEME SÜRESİ MÜZAYEDE BİTİMİNDEN SONRA 1 HAFTADIR.
Kürt Şerif Paşa olarak tanınan Mehmed Şerif Paşa, Hariciye Nazırlarından ve Şura-yı Devlet reisi Kürt Said Paşa'nın oğludur. 1888'de Brüksel sefareti ataşemiliterliğine, 1898'de ise Stockholm ortaelçiliğine tayin edilmiştir. Şerif Paşa bir dönem İttihat ve Terakki Pangaltı kulübü reisliği yapmıştır. Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti kurucuları arasındadır. Daha sonra Paris'te bulunduğu sırada Meşrutiyet isimli bir dergi de yayınlamıştır.
1836 doğumlu olan Kaşıkçızade Topal Mehmed Redif Paşa , Bursalı Kaşıkçızade ailesindendir. 1856 yılında Mekteb-i Harbiye'den mezun oldu. 1874 yılında Müşir oldu. Mayıs-Ağustos 1871 tarihleri arasında Yemen Valisi, Ağustos 1871-Ocak 1872 tarihleri arasında 3. Ordu Komutanı, Temmuz-Eylül 1872 tarihleri arasında Girit, Eylül 1872-Mayıs 1873 tarihleri arasında Yanya, Mayıs 1873-Haziran 1875 tarihleri arasında Bağdad Valisi olarak görev yaptı. Bağdad Valiliği görevini yaptığı sırada Mayıs 1873-Ekim 1874 tarihleri arasında 6. Ordu Komutanı olarak da görev yaptı. 1874 yılında Müşir rütbesine terfi etti. Haziran-Ağustos 1875 tarihleri arasında Manastır Valisi ve 3. Ordu Komutanı, Haziran 1876-Mart 1878 tarihleri arasında 1. Ordu Komutanı olarak görev yaptı. Eylül 1876'da Serasker olarak atandı. 17 Temmuz 1877'de Seraskerlikten azledildi. 93 Harbi sırasındaki hatalı kararları sebebiyle 1879 yılında Sultan II. Abdülhamid tarafından Rodos'a sürgün edildi. 1905 yılında sürgünde bulunduğu Rodos'ta öldü. Mezarı da Rodos'tadır.
1908 Meşrutiyet ihtilali uğrunda II. Abdülhamit yönetimine karşı dağa çıkarak şöhret kazanmış olan Kolağası Niyazi, ilk tahsilini memleketinde gördü. Manastır İdadisinde bir süre okuduktan sonra Askeri Rüştiye Mektebine geçti. Bu okulu bitirdikten sonra Manastır Askeri İdadisinden mezun olarak Harbiye Mektebine girdi. Harbiye’den 1896 da Mülâzim (Teğmen) çıktı ve Rumeli’ye gönderildi. Bir yıl geçmeden yani 1897’de Yunan savaşı ilân edilmişti. Niyazi Bey Beşpınar muharebesinde yararlık göstererek, Mülâzim-i Evvelliğe (üsteğmenliğe) yükseltildi. Bölüğüyle esir ettikleri bir kısım Yunan askerlerini İstanbul’a getirmek görevi mükâfat olarak kendisine verilmişti. Muharebeden sonra memleketi Resne’nin yanındaki Ohri Taburuna verildi. İki sene orada hizmet etti ve 1903 tarihine kadar bu taburun Depo memurluğu vazifesini gördü. 1903’ten 1908’e kadar 3. Avcı Taburunda Bulgar çetelerle vuruşmuştur. Hatırat-ı Niyazi adıyla 1908 den sonra bir arkadaşının kalem yardımıyla yayımladığı hatıralarına göre Niyazi, hürriyet ve meşrutiyet fikrini Namık Kemal ve arkadaşlarının eserlerinden öğrenmiş ve İmparatorluğun içinde bulunduğu tehlikeleri de Rumeli’deki Bulgar haydutlarıyla temaslardan anlamış ve ihtilalciliği de onlardan öğrenmiştir. Rumeli’de gizli faaliyette bulunan İttihad ve Terakki Cemiyetine girerek, 1908 Haziranında taraftarlarıyla birlikte dağa çıktı ve II. Abdülhamit idaresine karşı ilk defa isyan etme cesaretini gösterdi. 1908 Temmuzunda Meşrutiyet ilân edilince, Kolağası Niyazi Bey, Erkân-ı Harp Binbaşısı Enver Beyle (Paşa) birlikte “Hürriyet kahramanı” ilan edilerek büyük bir şöhret kazandılar. Niyazi, memleketin her tarafında hükümdarlar gibi karşılandı ve alkışlandı.
Makedonya sınırları içerisinde kalan Manastır yakınlarındaki Resne kasabasında doğması sebebiyle Resneli Niyazi Bey olarak anılır.
1. Cihan Harbinde, Çanakkale'de siperlerden akın akın yaralı gelmektedir. Kifayetsiz sahra hastanelerimize sadece Mehmetçikler değil, işgalci İngilizlerin de yaralıları ulaşır. Yokluk ise savaştan daha ağırdır. İlaçlar tükenmiş, ameliyatlar canlı canlı yapılmaktadır. Kesilerek sargı bezi yapılan eski püskü çarşaflar da yoktur artık, bitmiştir... Çaresizlik had safhadadır, çünkü bunları alabilecek para da kalmamıştır. Sağlıkçıların toplanıp ne edeceğiz, nasıl yapacağız, bu güçlüğü nasıl aşacağız diye kara kara düşündükleri anda bir hemşire kulaklarındaki küpeleri ve parmağındaki nikah yüzüğünü çıkartıp; - Vatanımız düşman tarafından işgal edildikten, namusumuz kirletildikten sonra bu yüzüğün ne anlamı kalır! diyerek masanın üzerine bırakır... Diğerleri aynı şeyi yaparlar. Civardaki sargı yerleri ve hastanelerdeki sağlıkçılar da... Toplanan bu değerli takılar ile ilaç ve tıbbi malzemeler tedarik edilir. Yaralıların acı ve ıstıraplarına çare olunur. Bu asil ve örnek davranış dalga dalga tüm yurda dağılır. Cepheye ilaç ve gereç almak için İstanbul’da da hanımlar değerli takı ve mücevherlerini devlete teslim ederler. Maddi ve manevi değeri olan takılarını seve seve devletine bağışlayan hemşirelerin, ‘burnumuzun direğini sızlatan’ davranışları karşısında ‘bir şeyler yapmalı’ diye düşünen askerler ganimet olarak ele geçirdikleri İngiliz tüfeklerinin namlularını ince dilimler halinde keserler. Kestikleri çelik halkaların üzerine ‘Ay-yıldız’ çizip, ‘Cihadiye 1332’ yazarlar. Bazılarına da ilave olarak ‘Müdafaa-i Milliye’ ilavesi yaparlar. Yüzük haline getirilen namlu parçaları güzel insanlara takdim edilirler. İstanbul ve civar hastanelerde cepheden gelen yaralı askerlerimize hizmet eden; devlete, millete, orduya yaptıkları katkının nişanesi, vefası olarak hemşire ve gönüllü Türk kadınları için de sürdürülür. Onlara da Cihadiye yüzükleri hediye edilir. Bu yürekli davranış o kadar etkili olur ki, orduya destek olunması gayesiyle Müdafaa-i Milliye Cemiyeti, ‘1332 Cihadiye Yüzükleri‘ yaptırarak İstanbul’da 4 Mayıs 1915 tarihinde 5 kuruştan satışa çıkarmıştır.
Üzerince Osmanlıca 'Bu terazili marka ile kutu derununda bulunan kibritlerin en ala cinsdendir ve kokusuz olduğu halde dahi nemlenmez' ve 'aded 180-170' yazılıdır.