Yozgat Lisesi, 1895 yılında II. Abdülhamit döneminde beş yıllık nehari idâdî (rüştiye denilen ortaokullardan sonra yüksekokullara hazırlayıcı okul) olarak açılmıştır. Binanın yapanı ve yaptıranı belli değildir.
Sokullu Mehmet Paşa’nın soyundan gelen Hasan Hikmet Bey, 1894 yılında Üsküdar’da doğar. İlk ve orta tahsilini Üsküdar’da, lise tahsilini Vefa İdadisi’nde, yüksek tahsilini de Hukuk Fakültesi’nde yapar. Vefa Lisesi’nde okurken, yeni çıkmaya başlayan Sırat-ı Müstakim dergisi ile tanışır. Bu vesileyle Mehmet Akif ve Eşref Edib’i tanır. Yine aynı dönemde İttihatçıların ısrarıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olduysa da kısa bir süre sonra pişman olur. I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine muhabere yedek subayı olarak doğu cephesine sevkedilir. Mütareke’den sonra hem yarım kalan tahsilini tamamlar hem de İstanbul Belediyesi’nde çalışmaya başlar. 1923-1925 yılları arasında, Sebilürreşâd mecmuasında “İçtimâiyâtta Garpçılık ve Bozgunculuk” üst başlığıyla yazılar yazar. Bu yazılarda genellikle sosyoloji, sosyal psikoloji, teoloji, eğitim ve edebiyat biliminin alanına giren konuları ele alır. 1925 yılında, Takrîr-i Sükûn Kanunu ile Sebilürreşâd mecmuasının kapatılmasından sonra, yayın hayatından çekilir, sadece mesleğiyle ve ailesiyle meşgul olur. Tek Parti döneminde sadece Eşref Edib Bey’le görüşür. Çok partili hayata geçtikten sonra, Eşref Edib’le görüşmeleri artsa da Sebilürreşâd’da artık herhangi bir yazısı çıkmaz. İlim Yayma Cemiyeti’nin de kurucularından olan Hasan Hikmet Bey, 1976 yılında vefat eder.
Abdülhak Hamid şerefine verilen yemeğin menüsünü imzalayan edebiyatçılardan adını belirleyebildiklerimiz arasında Yakup Kadri, Hüseyin Cahit, Hüseyin Siret, Cenap Şehabettin, Hüseyin Suat, Müfit Ratip, Neyyir, İsmail Müştak, Süleyman Paşazade Sami, Refik Halit, Hamdullah Suphi, Hüseyin Daniş, Celal Sahir, Süleyman Saib, Tahsin Nahit, Mehmet Sudi, ileride Türkiye Komünist Fırkası´nın kurucusu olacak Mustafa Suphi ve tabii Abdüllhak Hamid sayılabilir.
Türk Edebiyatı´nın bir dönemine adını veren Servet-i Fünun dergisi tarafından Tertiplenen yemeğin menüsü ise şöyledir: "Edibi mübeccel ve mülteda Brüksel sefir-i muhteremi Abdülhak Hamid Beyefendi Hazretleri şerefine, Servet-i Fünun müntesibin-i edibi tarafından 1 Nisan 1327 tarihine müsadif cuma günü Dersaadet´te verilen ziyafete mahsus listedir. Muhtelif çerezler, börek, levrek balığı, sebzeli kızı fırını, trüflü tavuk ezmesi, salata, enginar dolması, ali paşa tavuğu, dondurma, şekerleme, meyve."
"Sevgili Nusretciğim,
Evvela dişlerinin rahatsızlığına pek üzüldüğümü yazayım. Benimkiler de neredeyse o hâle düşmek üzere. Neden şimdiye kadar önünü almadın? Birden bire mi oldu? Ankara´da iyi dişçiler vardır sanırım, çare yok yeni bir diş yaptıracaksın. Geçmiş olsun.
...
Burada dehşetli soğuk oldu. Ömrümde İstanbul´da böyle kış hatırlamıyorum.
...
Parti işleri ne âlemde? Meşgul oluyor musun? Zamanı pek yaklaştı. Senin için candan temennilerim var. Ben evde kaldığım günler durmadan yeni romanımı yazıyorum. Sanki eskisi ortaya çıkmış gibi. Kendi kendime; "Ey şeyh-i kerâmet-fürûş, ez de suyunu iç!" diyorum. Lalettayin bir gazeteye veremem. Öbürlerine kene gibi sarılan var. Ama kıymetli, ama kıymetsiz bunun değeri yok. Gazetenin eşi, dostu olmak yeter. Ne yapalım ki bir illete tutulmuşuz devası kâbil değil. Ölürken de yazacağız. Tıpkı Şair Leyla´nın ölümünden beş dakika evvel başında müzik yaparlarken hâlet-i nez´de parmağını kaldırıp da; "usulden düştünüz, olmadı" diye ihtâr etmesi gibi. Ah şu yezit sanat aşkı. O olmasaydı belki daha mesut olurduk. Neyse...
...
Sana bütün gönlümle sıhhat dilerim sevgili can kardeşim. Yine seni çok özledim. Şu anda gözlerim doluyor.
Şükufe Nihal
Hacivat işi ta'vik ile istifade emelinde bulunanlar, emin olsunlar hem tırtılları, hem malımı yakarım da yine kimseye vermem. Sen koş gaz tenekelerini yetişti