"Tâkat getiremeyeceğimiz yükü bize yükleme, Allah’ım...» Ey bunca zamandır bizi te’dîb eden Allah; Ey âlem-i İslâm’ı ezen, inleten Allah! Bizler ki senin va’d-i İlâhîne inandık; Bizler ki bin üç yüz bu kadar yıl seni andık; Bizler ki beşer bir sürü ma’bûda taparken, Yıktık o yaman şirki, devirdik ebediyyen; Bizler ki birer hamlede evhâmı bitirdik, Ma’bedlere Ma’bûd-i Hakîkî’yi getirdik; Bizler ki senin ismini dünyâya tanıttık... Gördükse mükâfâtını, yâ Rab, yeter artık! Çektirmediğin hangi elem, hangi ezâdır? Her ânı hayâtın bize bir Rûz-i Cezâ’dır! Ecdâdımızın kanları seller gibi akmış... Maksadları dîninle beraber yaşamakmış. Evlâdı da kurbân olacakmış bu uğurda... Olsun yine, lâkin bu ışık yoksulu yurda, Bir nûr-i nazar yok mu ki baksın bacasından? Bir yıldız, İlâhî? Bu ne zulmet! Bu ne zindan! Hâlâ mı semâmızda gezen leyle-i memdûd? Hâlâ mı görünmez o seher-pâre-i mev’ûd? Ömrün daha en canlı, harâretli çağında, Çalkanmadayız ye’s ile hirman batağında! Kâm aldı cihan, biz yine ferdâlara kaldık... Artık bize göster ki o ferdâyı: Bunaldık! Bir emrine ecdâdı da, ahfâdı da kurban... Olmaz mı bu millet daha te’yîdine şâyan? Hüsran yine bîçârenin âmâlini sardı; Âtîsi nigâhında karardıkça karardı. Balkan’daki yangın daha kül bağlamamışken, Bir başka cehennem çıkıversin... Bu ne erken!"